AYDINLANMA GEREKSİNİMİ

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Her toplum belli zaman aralıklarında belli görüşler doğrultusunda hareket ederek kendine bir yön bulmaya çalışır ve bulunduğu yönde ilerler.
18. Yüzyılda Aydınlanma Felsefesi oluşmadan bir din öğretisi olan Skolastik Felsefesi Avrupa’ya hakimdi.
Ancak her olayın nedenini dinsel açıdan yorumlamasının yerine aklın ön plana çıktığı ve yeniden doğuş  anlamına gelen Rönesans Felsefesi Skolastik Felsefenin zaman içinde yerini almıştı.
Daha doğrusu bu felsefe aklın inançtan, bilimin dinden ayrılmasına öncülük etmişti.
Bu olaylar  Avrupa’da oluşurken öncelikle  sanayi devrimini buna bağlı olarak da burjuva (kent soylu) ve proleter sınıf  yaratılırken, teokratik, totaliter bir devlet düzeni içinde dine dayanan bir dünya görüşünün ön yargılarıyla düşünen bir Osmanlı toplumu 18. y.y  boyunca uğradığı yenilgiler karşısında var olan bu üstünlüğün nereden geldiğini anlamaya çalıştı.
Sonunda yaşamak için bir ilk  olarak batının askeri teknolojisi ile bunun dayanağı olan bilimi benimsedi.
Zamanla ortaya çıkan engelleri ortadan kaldırmaya çalıştı. Bu çalışmalarda da kısmen başarılı oldu. Örneğin: Tanzimat Fermanı, I. Ve II: Meşrutiyetin  ilanını bunlara  örnek olarak gösterilir.
Osmanlı Devletinin yıkılışından sonra emperyal güçlerce her türlü güçlükler çıkarılmış. Ancak çıkartılan  bu güçlüklere karşı tüm ulusu da arkasına alarak mücadeleye devam eden ve bunda da büyük başarı gösteren Atatürk batının yaklaşık iki asır önce yaşayarak benimsediği Aydınlanma Devrimini ve bu devrimin temel ögesi olan akıl ve bilimi de baz alarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.
Osmanlı toplumunda  vatandaşların kul, toplumunda ümmet olduğunu  ve gördükleri eğitiminde din eksenli  medreselerde yapıldığını bu nedenle düşüncelerin dincilikten kurtaramamış kullardan oluşu ve vatandaşlık bilinci asla gelişmemiş bir toplumda Türkiye Cumhuriyeti’nin yer almasının da yeteri olmayacağını Atatürk de biliyordu.  Bunun için ilk olarak vatandaşın bilincinin gelişmesine yönelik devrimlerin ön plana alındığı ve bu devrimlerden sonra ekonominin gelişmesinin yanı sıra sanayileşmeye sıra gelecek ve bundan da büyük başarı göstererek 1930’lu yıllarda dünyanın en hızlı büyüyen üçüncü ülkesi olarak  tarihte yerini alacaktı.
Atatürk ilke ve devrimleri  II. Dünya savaşından sonra gittikçe  güç yitirdi.  Özellikle 1950’den başlayarak günümüze kadar gelen bu ilkelerin arasında yer alan ve çağdaşlaşmanın en büyük koşulu olan laiklik  ilkesinden ödün verilmeye başlandı.
Yazılı ve görsel medyadan okuyor ve izliyoruz.  Toplum örneğin;  laiklik  konusunda  o kadar gereksiz konuşmalarla  meşgul ediliyor ki anlamakta zorluk  çekiyoruz.
Bu durum Orta Çağın Skolastik  Felsefesi ile aynı nitelikle olan Osmanlı Medreselerinde yaşanan;  tütün ve kahve haram mıdır , mubah mıdır ? Gibi anlamsız sorularla toplumu sürekli meşgul etmeye benzemektedir.
Bu benzetmenin temel nedeni  toplumumuzun,  Avrupa’nın 18.  y.y’da yaşadığı Aydınlanma Felsefesini  yaşayamamasından ileri geldiğini söyleyebiliriz.
Özelikle son yıllarda  iç ve dış güçler kanalı ile ülkemizde uygulanmaya çalışılan ve bunda da başarı sağladıkları görülen neo liberal  politikalar gereği toplumumuzun  bir inanç toplumuna doğru sessiz ve derinden hızla gittiği görülmektedir.
Hızlı nüfus artışı, gelir dağılımındaki bozukluk, işsizlik gibi  toplumda oluşan bu sorunlara bizi yönetenler çözüm üretecekleri yerde egemen medya kanalı ile gereksiz konularla  toplum meşgul edilmektedir.
Toplumun temeline aydınlanma kültürünü yerleştirmeden ne demokrasiden ne bilimden ne de sanattan söz edilemez görüşündeyiz.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Mahmutlar Haber, En Güncel Haberler, Son Dakika - MahmutlarPost ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!